[Naim Dilmener'in not defteri] Türk
popunun 40 yılını anlatan "Hafif Türk Pop Tarihi" kitabı çıkan Naim
Dilmener'e pop müziğin ünlü isimleriyle ilgili fikirlerini sorduk.
Söyleşi: Asu Maro
Türk popu, hele hele pop tarihi denince akla gelen üç-beş isimden biri
kuşkusuz Naim Dilmener... İnanılmaz hafızası, müthiş arşivi, eğlenceli üslubuyla
yıllardır 60'ları, 70'leri ayağımıza getirir... Gazete yazıları, radyo
programları ve de "pop oturulup pop kalkılan" partileriyle... Şimdi de
"Hafif Türk Pop Tarihi" kitabıyla kütüphanelerimizde yerini aldı.
Dilmener, İletişim Yayınları'ndan çıkan
"Hafif Türk Pop Tarihi"nde 60'lardan başlayıp 2000'lere gelen resimli,
müzikli, reklamlı, dedikodulu, rengarenk bir hikaye anlatıyor... Kaf Yayınları'nın
basacağı "21. Yüzyıla Kalanlar" dizisinin "Türk popu" bölümü
olmak üzere yola çıkan, ama maddi olanaksızlıklarla iptal edilen bir projenin
ürünü bu kitap. Dilmener'in henüz 4-5 sayfasını yazdığı kitabın
yayınlanamayacağı ortaya çıkınca, Fatih Özgüven derhal İletişim'e önermiş
projeyi... 2001 Nisan'ında anlaşmışlar ve Dilmener başlamış harıl harıl
arşivleri karıştırmaya. Başladıktan sonra görmüş ki, kendi arşivi yetmeyecek
Türk pop tarihinin hakkını vermeye: "60'larda çok fazla şey toplayamamışım,
param yok, almamışım. 70'lerim var ama 80'lerim yok. Her sıkıştığımda çığlık
attım: Hakan Eren, bende 62'ye ait bir şey yok... Hakan Eren bir, Volkan Özboz, Meral
Altındal üç... Biri değilse öteki mutlaka çuvallar dolusu malzeme gönderdi
bana".
Böylece Hey'ler, TV'de 7 Gong'lar, hatta 60'lardan adını bile duymadığı dergiler
elden geçirilmiş. Yetmemiş, İstanbul Üniversitesi Merkez Kütüphanesi'nde aylarca
çalışıp 40'lardan 50'lerden başlayarak bütün Hürriyet, Milliyet, Cumhuriyet
ciltleri taramış. O da yetmemiş, Hürriyet Gazetesi'nin arşivinde Hafta Sonu, Tempo,
Blue Jean'leri taramış. Ve iki senelik titiz çalışmanın sonucunda ortaya son derece
kapsamlı, keyifle okunan bir Türk pop tarihi çıkmış. Üstelik sadece müzik değil,
dönemin atmosferini çizen binbir ayrıntıyla birlikte...
Gerek yazılarında, gerek programlarında
sözünü sakınmayan, sevmediğini pat diye söyleyiveren Naim Dilmener'e kitabı
yazarken oto sansür uyguladı mı diye soruyorum, gülerek yanıtlıyor: "Ben
yazılarımda çok agresifim. Bazen yazarken farkına varmıyorum, farkına varsam öyle
yazmayabilirim. Bu kitabı yazarken bak dedim, gazetede bir yere kadar tolere edilebilir
bu. Çünkü geçer gider, onu telafi etme imkanın var. İki üç ay sonra o
sanatçının beğendiğin bir albümü çıkar, çok güzel bir yazı yazarsın, bir
evvelki yazın unutulur gider. Sezen Aksu'da böyle oldu mesela. Ama bu kitap kalacak.
Fevri davranırsan bunu düzeltme imkanın yok. Bu yüzden kişilere değil Türk popunun
bütününe bakarak yazdım bunu. Diyelim ki Ajda Pekkan'ın popa bir zararı varsa onu da
yazdım, ya da sevmediğim bir şarkıcının Türk popunun mihenk taşı olmuş bir işi
varsa onu da yazdım. Ben hep diyorum ya yazıları hayran gözüyle yazıyorum diye, bunu
öyle yapmadım".
"Hafif Türk Pop Tarihi"nin sayfaları arasında eski dostlar, anılar,
öykülerle dolu bir dünya sizleri beklerken biz Naim Dilmener'e Türk popunun eski-yeni
isimlerinden bazılarını sorup fikirlerini alıyoruz... Ajda Pekkan'a olan hayranlığı
herkesçe malum olduğundan bu kez onu es geçiyoruz...
- CANDAN
ERÇETİN?
"Çapkın" bana göre 90’ların en iyi albümlerinden biridir.
Elektronik kullanımıyla, sözlerdeki naiflikle, başka sanatçıları da derin bir
şekilde etkilemiştir. Ritmini niçin düşürdüğünü bilmiyorum ama
"Elbette" ve "Neden" ile çok başka bir yola saptı. Yine sevildi,
yine çok sattı. Fransızca albüm bile, herkes satmaz derken yanılmıyorsam liste
başı. Ama ben "Elbette"yi de, "Neden"i de çok sevmedim. O çok
derin olduğu varsayılan sözleri son derece basit buldum. Zaten "Elbette"
şarkısı tuttuğu için "Hadi gelin boydan boya böyle bir albüm yapalım,"
denerek "Neden" albümünün yapıldığını düşünüyorum. Ama güçlü bir
şarkıcı, hırsı yerinde, piyasanın ne istediğini galiba çok iyi biliyor.
Dolayısıyla 2003’te 2005’te de piyasanın nabzını tutarak hala çok satan
albümler yapıyor olabilir.
- GÖNÜL TURGUT?
Türk popunun gelmiş geçmiş en güzel kadını. Çok da iyi bir şarkıcı,
olağanüstü bir ses rengi... Ne yazık ki 70’lerin başında evlenerek müziği
bırakmış. Türk popu için ciddi kayıp.
- ALPAY?
Çok seviyorum. Türk popunun ilk günlerinden itibaren var olup, arabeskin
yükseldiği dönem dahil, albüm çıkarmaktan vazgeçmemiş yegane insan. Hala aktif.
Müthiş bir şarkıcı. Bu yaşına rağmen hala sahnede 2-3 saat kalabiliyor.
- İLHAN İREM?
Çok cesur, çok yenilikçi, çalışmaktan, denemekten yılmayan, yorulmayan biri.
90’larda, 2000’lerde bütün geçmişini derleyip toparlayıp genç kuşağa da
sunabilen ender isimlerden biri. Bence müzikle yatıp müzikle kalkan az sayıda isimden
biri İlhan İrem.
- ŞEBNEM FERAH?
İyi şarkıcı da, o ilk albümündeki "Gelinlik giymeden, bebeğimi
görmeden" cümleleri, bir tek bende değil, herkeste olumsuz etki bıraktı. Ondan
sonra ne yaptıysa o birkaç dizenin etkisini silemedi. Rock yapma iddiasındasın,
alternatif bir dünya sunmak durumundasın ama sen mevcut düzenin en belli başlı
dayattığı kurumları alıyorsun ve bunlara sahip olamadın diye ağlıyorsun. Galiba
kimse affedemedi bunu. Son albümü çok derli toplu, önceki albümdeki
"Sigara" şarkısına tapıyorum. Ama yine de Şebnem Ferah dendiği zaman
"ne kadar severim, tam benim şarkıcım" diyemiyorum.
- NİL KARAİBRAHİMGİL?
Müzik dışı kategori. "Nil Dünyası" albümünde eğer müzikten söz
edeceksek, Nil Karaibrahimgil'in yazdığından ya da söylediğinden değil, Ozan
Çolakoğlu'nun yaptığı düzenlemeden söz edebiliriz. Bence orada eğer iyi kötü bir
şey duyulabiliyorsa bunu ona borçlu.
- GÖKSEL?
Çok çok seviyorum. 90'lı dalganın Yıldız Tilbe ve birkaç isimle birlikte
sunduğu en sahici isimlerden biri. Artı çok çalışkan. Kendi şarkı söyleme
biçimini getirdi, kimseye benzemiyor, evet Neşe Karaböcek’ten, Gülden
Karaböcek’ten etkilendi ama bunları yeni bir konseptte sundu. Kendisi öyle anılmak
ister mi istemez mi bilmiyorum ama bana göre 90’ların en post modern şarkıcısı.
- YILDIZ TİLBE?
Samimiyetin şahı. O kadar yaşayan şeyler yazıyor ki, bunları gerçekten
yaşayıp yaşamadığını sorgulamıyorsun bile. Sesiyle, duyarlılığıyla çok
sahici. Ve müzik dünyasının bütün yok etme çabalarına rağmen. Çünkü müzik
piyasası karşısında gördüğü insanı bence kendi yapısına uygun bulmuyor. Ne
diyeceği, nasıl hareket edeceği belli olmayan, sürekli bir takım protestolar yapan
biri. Bence çok devrimci bir tip, kendi bunu bilir bilmez o ayrı konu. Ama bence her
yaptığı boydan boya bir protesto.
-
EROL BÜYÜKBURÇ?
O da Türk popunun mimarlarından biri. Şarkı söylemeye 50’lerde başlıyor,
İngilizce şarkılar yapıyor ve bana göre ilk Türkçe şarkıyı söylememiş olması
tamamen tesadüfi. İngilizce söylerken gördüğü ilgiyi kaybederim diye düşünmüş
ve risk almak istememiş olmalı. Zaten bir yerlerde öyle anlatıyor, Fecri
Ebcioğlu’na "ben İngilizce söylüyorum ama asıl yapılması gereken Türkçe
söylemektir. Sen Türkçe sözü yaz ve birilerine söylet" demiş. Fecri
Ebcioğlu’nun kaybedeceği bir şey yok, Türkçe söz yazmış ve Türk popunun
öncüsü olmuş.
- TÜLEY GERMAN-ERDEM BURİ?
"Popüler Türk müziği"nin adını koyan ikili. "Yarının
Şarkısı" plağının kapağında, bu işi ilk defa resmileştiriyorlar. Gelen bu
dalganın geçici olmadığını, geleceğin bu müzikte olduğunu söylüyorlar ama ne
yazık ki politik nedenlerle 66’da memleketi terk etmek zorunda kalıyorlar. Ve
katkıları ancak Paris’ten yapabildikleri ile kalıyor. Büyük kayıp. Onlar o sırada
burada olsalardı Türk popu şu anda çok daha nitelikli bir noktada olurdu. Bunu
söyleyebileceğim çok az isim var.
-
SEZEN AKSU?
Ben naif dönemini daha çok severim. Firuze sonrası dönemde bana fazla
ölçülmüş biçilmiş gibi gelir şarkıları. Ama her zaman Türk popu için
çabaladı, hala çabalıyor. Fakat benim Sezen Aksu'da gördüğüm, kitapta da var,
80'lerdeki kırılmayı, örtülü bir arabeskle atlatmaya çalıştı ve atlattı da. Bir
yandan düşünüyorum da böyle yaptı diye Türk popu tekrar 87-88’de yükselmeye
başladı ve 90'larda patladı. Ama bir yandan da diyorum ki böyle yapmasaydı, o
"Firuze"ler, "Sen Ağlama"lar daha saf pop olaydı, şu an belki Türk
popu hepimizin şikayet ettiği arabeskleşmiş noktada değil, daha "pop" bir
noktada olurdu.
- SERTAB ERENER?
Bugün gazetede bir haber vardı. Alman televizyoncular Sertab’a "İbrahim
Tatlıses mi büyük siz mi büyüksünüz?" demiş, o da "onu ve beni
karşılaştırmayın, o apayrı bir kategori" demiş. Ondan sonra sunucu demiş ki
"Tarkan?". "Hah, aynı kategori" demiş. Bence yalnız Sertab Erener
değil, 90’ların bütün genç starları Tarkan dışarıda becerebildi diye biz de
becerebiliriz sanıyorlar. Ama düşünsenize 40 küsür yılda Türk popu sadece bir tane
uluslar arası star çıkarabildi, Tarkan. Demek ki bu o kadar kolay değil.
- ZUHAL OLCAY?
On parmağında on marifet... Çok iyi bir tiyatro ve sinema oyuncusu olduğu için
normalde insan "bu aslında oyuncu, çeşit olsun diye müzik yapıyor" diye
düşünebilir. Fakat görüp görebileceğimiz en iyi şarkıcılardan biri. Ve bugün
bir geçmişe dönüş dalgasından söz ediliyorsa bunda "Başucu Şarkıları"nın
büyük payı var. Çünkü ilk defa bu şarkılar bu kadar iyi yapıldı. Cover cover
diyoruz, ama cover kötü yapılıyor. Kadın o şarkıları alıp bambaşka şarkılar
yaptı. Bir mucize, gerçekten.
- YAŞAR?
Çok bayılmıyorum ama 90'ların en derli toplu isimlerinden. Bir kere müziğe
aşık biri, iyi söylüyor ama benim şarkıcım değil.
- TEOMAN?
İlk albümünü seviyorum. Hele "Papatya" çok sevdiğim şarkılardan
biridir. Kitapta da özellikle o şarkının eski usul "elim elini tuttu, gözüm
gözüne baktı" sözlerini alt üst ettiğinden söz ettim. O albüm bence Türk
popunda yol açtı. İkinci albümü de fena değildi ama Teoman "On Yedi"den sonra
hep ilk albümünde sunduğunun üzerine yaslanmıştır. Şarkılar birbirine benziyor,
vokal tekniği çok eski usul, İtalyan şarkıcılar gibi söylüyor. Gölünçelen’i
söylemeye başlıyorsunuz, bir bakıyorsunuz ki Rüzgar Gülü'ne varmışsınız,
birbirinin içinden çıkıyor şarkılar. Belki haklı, o kadar popüler oldu ki yeni bir
albüm yaparken daha çok satmayı düşünmesi gerekti belki. Ama Teoman’ın yerinde
olan birisinin "daha nasıl yenilikçi olabilirim, ilk albümün on - on beş adım
önüne nasıl geçebilirim" diye düşünmesi lazımdı. Olmuyorsa olana kadar
beklemeliydi. Kimse 20 albüm yapmaya mecbur değil, tek albümde kalan insanlar var.
Bence Teoman bir tek "Papatya"da kalsaydı Türk popunun gelmiş geçmiş en
yaratıcı, en devrimci isimlerinden bir tanesi olacaktı.
- ATHENA?
Rashit, '97 senesinde Avrupa’da bir 45'likle çıktı. Adı "Hitler'in
Köpekleri". Onların her yaptıklarına taptım. Sonra Athena çıktı, ilk tepkim
"Aa, Rashit’in aynısı" oldu. Bana Athena, Rashit'in çok evcilleştirilmiş,
cici aile çocuğu hali gibi geliyor.
- HÜMEYRA?
Hayatımın şarkıcılarından biri. Daha evvel galiba anlatmadım: Ben Ajda
Pekkan'a tapıyorum. Hümeyra çıktığında, 69 yazında İstanbul’dayım, Beyazıt
yer altı geçidinden geçiyorum, "Olmasa" çalıyor... Plakçıya daldım,
"abi kim bu". Adını bile söyleyemedi "Hüreyma" mı dedi, öyle bir
şey. Ben hemen bir Ajda plağından fedakarlık edip onu aldım. Ve ne yaptım biliyor
musun, Hey’de oy verirdik haftanın şarkıcılarına. O güne kadar ben haftada on Hey
alıp on tane kupon doldurur yollardım Ajda Pekkan bir numara olsun diye. Bu plaktan
sonra başladım Hümeyra’ya oy vermeye. O ilk duyduğum andan itibaren bir tek günüm
Hümeyra’sız geçmemiştir. Sonra tanıştım, dost oldum ve dost olmakla gurur
duyduğum ender insanlardan biridir. Hiç yanıltmadı beni. "Muhteşem bir insan
olmalı" diye düşünürdüm, ve gerçekten muhteşem bir insan çıktı.
-
NİLÜFER?
Onu da çok seviyorum... Her şarkısında beni etkilemiştir. Kötü bir eleştiri
döşendiğim "Büyük Aşkım"la bile.. Ama o Nilüfer'in standartlarının
çok altında bir albümdü. O kadar özleyerek bekliyorum ki yeni bir Nilüfer
albümünü, koca Nilüfer'in çıkaracağı albüm bu mu olacaktı diye düşündüğüm
için çok dövünmüştüm. Onun da Türk popuna ciddi katkısı var. Çok üretken,
güçlü bir ses... Üstelik bazı şarkıcıların kendisine bayılırsın, sahnede
bütün büyülerini yitirirler. Ben Nilüfer'i sahnede seyretmeye hiç doyamam. İnsanlar
sahnede soğuk bile bulurlar, fazla hareket etmez, konuşmaz, sadece şarkılarıyla ve o
kırılgan duruşuyla deli gibi etkiler beni, her sene ille gider izlerim.
- KAYAHAN?
Kayahan Türk popunu birkaç kere denedi biliyorsun. 70’lerde birtakım şeyler
yaptı ama şans bu ya, bir türlü olmadı, 80’lerdeki kırılmada şarkıları
sevilmeye başladı. Bence şarkıları zamanını buldu öne geçmek için. İyi mi
kötü mü bilmiyorum ama benim kalemim değil.
- NÜKHET DURU?
Çok seviyorum ama, kitapta da var, 80'lerdeki arabeskin tırmanışında ve popun
patlamasının gecikmesinde Nükhet Duru ve Zerrin Özer'i suçlu görüyorum. Evet plak
firmaları ısrar etti arabesk söyleyeceksiniz diye ama direnen direndi. Onlar da
direnseydi belki arabeskin hakimiyeti bu kadar uzun sürmeyecekti. Çünkü onlar o zaman
ilk beşin içinde sayılan isimlerdi. Ama bunu bir kenara atarsan, olağanüstü bir
şarkıcı, neredeyse kötü şarkısı yok. Evet, o tarzdan bu tarza savrulup durdu, çok
fazla şey denedi ama yaptıklarının tek ortak noktası, hepsini çok iyi söylemiş
olması.
- TARKAN?
Tek uluslararası starımız. "Şımarık bir numara, Şıkıdım bir
numara" haberlerini başta ben eski usul önümüze getirilen haberler gibi
sanırdım. "Ajda Pekkan Fransa listelerine girdi" diye haber gelirdi, peşine
düşünce anlardınız ki Radio bilmemnenin play list’ine girmiş. Bir gün
Teletex’de bir baktım Fransa’da Tarkan bir numara. O günden itibaren takip etmeye
başladım. Yıllardır almadığım Bravo dergilerini aldım, evet adam listelerde.
Arkasından Paris’e gittim, Fnac gibi Virgine gibi mağazalarda devasa bir popülerliği
olduğunu gördüm. Gelen beş kişinin dördü Tarkan single’ı alıp çıkıyor. Adam
Brezilya’da bir numara, Arjantin’de bir numara, Rusya’da bir numara, Kuzey
Afrika’da bir numara. Böyle bir popülerliğe bırak bizden, dışarıda da kolay kolay
erişilmez. Hiçbir şeyden adama saygı ve sevgi beslemesek bile bundan beslememiz
gerekir. Bir rüyayı gerçekleştirmek anlamında. Ve de Türkçe, İngilizce değil. Ve
ben şunu söyleyeyim, bu başarıyı gördükten sonra Tarkan’ı sevmeye başladım.
Yoksa Kıl Oldum Abi'ler, Şıkıdım'lar ilk ortaya çıktığında bana bir şey
söylemiş değil. Hala da çok bayılmam ama adam o şarkılarla mucize yarattı.