NÜKHET DURU İLE SÜRGÜNDE YAŞAMAK Usul usul kuşatmıştı beni. Teslim almıştı. En güzel baladları o
söylemişti. Tüller uçuşuyordu. Kendimi şarkılarının insafına terk etmiş
gibiydim. ("size borcum yok anılar... en güzel yıllarımı verdim hepinize...")
Puslu bir kadın gölgesi beliriyor aynada. Elinde bir mum. Işığı alttan vuruyor
yüzüne, saçları yakamoz ıslağı. Belki de bir yazar için, hangi yaşında
kalkışırsa kalkışsın sadece bir kez yapabileceği çok özel bir söyleşiydi bu.
Şimdi daha iyi anlıyorum... Hep gizlemiştim. İtiraf etmekten çekinmiştim -kendime
bile- bir tutku olmuştu O. ("içimde bir nefes gibi...")
Dahası hiç unutmadığım, yüreğime yerleşip
orada çoktan sonrasız hayata kavuşan şarkılarını. Karşıma çıkan her insan da
biraz da o şarkıları yedeklememiş miydim zaten? ("Ben gene sana vurgunum...")
Geceye çakılıyorum. Hüzne, karanlığa çakılıyorum ansızın. Bir çift
olağanüstü güzellikteki göze çakılıyorum umutsuzca. Yerçekimi olmayan o
şarkılara… Nükhet Duru'ya. Düşler serpiliyor omuzlarıma. Ürperiyorum. Hep onu
düşünüyorum tanıştığımız akşamdan beri. Hep ondan söz etmek istiyorum. O kadar
onunla doluyum ki... (" ...kır dümeni acılarının üstüne, çek
ayrılığın sürmesini gözüne/Ya sen beni vur, değsin öldüğüme/Ya da ben gideyim
beni alıp sürgüne...")
O yoğun, canhıraş sevgiden, beğeniden, şarkılarından ayıramıyorum gözlerimi.
Büyülenmiş gibiyim. ("Dün gece sen uyurken, yüreğim bir yıldız gibi
bağlandı sana/İşte bu yüzden, sırf bu yüzden işte, yeni bir isim verdim sana...")
Lunapark, Çakıl, Gar, Aşiyan, Maksim, Bebek Belediye Gazinolar'nın neonları alıyor
gözümü. Derken, Rumeli Hisarı. "Merhaba Müzik", "Saz Mı Caz Mı",
"Cahide","Yedi Kocalı Hürmüz" müzikalleri... Şan Tiyatrosu'nun
açılış gecesi. Cemal Reşit Rey piyano çalıyor. Nükhet siyah tuvaletiyle bir
yıldız yağmuru altında. ("...yaşamımın gizini vereceğim sana...")
"Cahide"de gerçek bir grande-dame, bir
primadonna'ydı. Duruşu, sesi, makyajı, güzelliği, üstün yorumuyla.
Cahide'ye mi, Nükhet'e mı aşık olmuştum? Artık ne önemi var. Bir gecede
ezberlemiştim müzikalin tüm şarkılarını. ("İşte bir sahne, bu bir piyes
ya da dekor, bir aktis ya da kulis.. Kimbilir?")
Plaklar, ödüller, konserler. ("Sanırsın demin o değildi sahnede, devleşen
başka biriydi/ Kırmızı, yeşil ışıklarla az önce koskoca bir senfoniydi...")
Manolya küskünlüğündeydi buğulu bakışları.
Kimseye hesap vermemiş, bütün hesaplarını kendi ödemiş, şarkılarını kendince
seçip söylemişti. Alışılmışa gönül
indirmemişti hiç. Bu nedenle eskimemişti şarkıları zaten. Klasikleşmişti. Dahası,
plastik sansayonların olası fırsat rantından da uzak kalmıştı her zaman. "İşte
hayat, bak ben buradayım," diyebilmişti...
Ajda'nın yerli beste okumaya karar verdiği yetmişli yılların ilk yarısı. Mehmet
Teoman ve Cenk Taşkan’ın "Beni Benimle Bırak" şarkısı önce Ajda'ya
öneriliyor. Pek ısınamıyor melodiye Ajda ve şarkı Nükhet'e kalıyor.
Lunapark Gazinosu’'da Zeki Müren ve Ajda Pekkan ile çalışmakta o yıllarda… İlk plak.
Hemen ardından, "İki Gözyaşı", "Yıldızlar", "Kulis",
"Melankoli", "Sevda", "Nadide", "Büyümeye Özenme
Çocuk", "Deprem", "İyi Oldu Gemediğin".
- En güzel şarkı sözleri seninle başladı, diyebilirim. Sabahattin Ali, Murathan
Mungan, Korhan Abay'ın dizelerini de okudun.
- Şiirsel şarkılar diyorum ben onlara. Kesinlikle havaya uçan şarkılar
söylemedim. Böyle bir şey yapsaydım, tirajı en yüksek şarkıcılardan biri olurdum
inan Pınar. Söylediğim her şarkının melodiyle bütünleşmesine, tortusunun
yıllarca kalmasına özen gösterdim sürekli.
- Her şarkıda ayrı bir Nükhet vardı sanki. Dişi, sıcak, küskün, neşeli,
isyankar, en güzel yenilişleri haykıran bir kadın. Farkında mısın, her şarkıyı
yaşar kıldın yorumlarken...
- Şarkılarımı teatral biçimde sunmaya çalıştım hep. Öyle dümdüz
okumadım hiçbirini. Örneğin, "İspanyol Meyhanesi"ni sahnede yorumlarken o
kahredici, o kanatan acıyı, o coşkuyu hissediyordum her defasında. Tam yüreğimde
hissediyordum.
Durmadan anlatıyor. Soluksuz dinliyorum. Şimdi nasıl söylesem, neredeyse yüzyıllık
yalnızlığımı yıkan o şarkıyı ilk dinlediğimde yaşadığım hüznü? ("Senin
olan hiçbir şeyi kırıp atmadım/Resimleri, mektupları yırtıp atmadım/Yastığımda
hala bir tek saçının teli/ O gün bugün yatağımda sensiz yatmadım/Nasıl unutursun
sendeki beni/Nasıl olur aramazsın sendeki beni / Gözüm gibi saklıyorum bendeki seni /
O gün bugün hiç kimseye dönüp bakmadım...")
- 1980'lerin hemen başında "Carmen" müzikali gelmişti.
Bir hayli olumsuz eleştiri almıştı hatırladığım kadarıyla...
- Daha önce de söylediğim gibi, "Carmen"in sahneye konuşu ve genel
rol dağılımıydı sorun olan. "Şen Sazın Bülbülleri"nin ardından, Şan
Tiyatrosu'nda Bizet'in "Carmen"i ağır geldi doğal olarak. Çok
çalışıldı, emek verildi ama Başar Sabuncu'nun bu epik tiyatro denemesi olmadı. Benim
hep savunduğum, eğer "Carmen"in müziklerini Atilla Özdemiroğlu yapsaydı ve
Türkiyeli bir "Carmen" yaratabilseydik, çok uzun süre sahnede kalabilirdi.
Gerek dansları, gerek müziği fazlasıyla sofistike bulunmuştu. O günlerde eseri
sahiplenişim ve rolümde gösterdiğim başarı hayli tartışılmıştı,
hatırladığın gibi.
- "7’den 77'ye Müzikaller"i de izlemiştim. Nefis bir sahne vardı. Adile
Naşit ile bir örnek giysiler içinde meşhur "Hello Dolly"i söylediğiniz.
- Çok şekerdi değil mi...
- Ve "Yedi Kocalı Hürmüz"... Ayfer Feray, Ayten Gökçer ve hatta Türkan
Şoray'dan sonra cesaret isteyen bir projeydi. Ürkütmedi mi seni?
- Hayır. Böyle şeyleri oldum olası çok seviyorum. Kendimi ispatlama fırsatı
buldum. Farklı bir Hürmüz oynuyoruz daha güncelleşmiş bir Hürmüz. Tiyatro devam
edecek tabii.
- "Düşkünüm Sana" sinemada son filmindi.Yeniden sinemaya nasıl bakıyorsun?
- Tekrar sinema yapacaksam, çok iyi bir senaryo olmalı öncelikle. Ticari
değil, iyi bir film olsun, yani söylenecek sözüm, bir nedenim olsun istiyorum. Acelem
yok.
- Anılarını yazmakla da mükellefsin bence.
- Evet, böyle bir düşüncem var. Herşeyi, kırgınlıkları, küskünlükleri,
tökezletenleri, yeniden başlamalarımı. Benim toparlamam lazım. Yoksa yerime
başkaları gerçek olmayan şeyler kurgulayabilir. Haklısın Pınar, bir döneme
tanıklık etmem gerekiyor. Mecburum buna.
- Kendine objektif olarak bakabiliyor musun?
- Şimdi şimdi, diyebilirim. Eskiden hiç bakamıyordum. Belli bir olgunluk
gerekiyor kuşkusuz. Belli ölçüleri aşmış olmak gerekiyor. Kişinin öncelikle
yaptıklarından, başarılarından etkilenmemesi gerekiyor. Alıştığından kolay
vazgeçen biri değilim. Evet, kesinlikle bir saantçının yaşamını sürdürebilmesi
için sosyoloji bilmesi şart. Hangi zamanda, hangi şarkıyı çıkarması gerektiğini
örneğin.
- Elbette çok şanslıyım, sahneden kazandığım için, kasetten gelecek para
beni bağlamıyor. İstediğim şarkıları seçip okuyabildim.
- Doğru, şansımı ben yarattım, diyebilirim. Ve yarattığım şanslarımda
beni destekleyen, yardımcı olan dostlarımı hep yanımda buldum. Bulabildim. Şöyle
geriye baktığımda, sanat yaşamımda kösteklenmeye daha bir açıkmışım sanki, diye
düşünüyorum. Hayli nasibimi aldım bu tür engellemelerden, kıskançlıklardan.
İnatçıyım ama, kolay vazgeçen, pes eden biri değilim. Her defasında yeniden
başlayabilirim. Yarın her şeyimi yitirsem yine en başından başlayabilirim. Bu
gücüm var.
Geriye kalanı yazdım. Belki de hepsi tozlanmış, çizilmiş
anılarımızdan bir türlü silemediğimiz, şimdilerde sadece yüreğimizde çalan
plaklara kulak verdim yeniden. Yazımı noktalamadan önce tek bir şey istedim: "Beni
benimle bırak"masını. Artık yağmur yağabilir, düşlerim yalnzılık olarak
geri dönebilirdi.
Işıklar karardı birden. ("...oyun bu gelip geçer/Bellidir bütün
roller/Mucizeler peşinde koşmak ziyan keder/Kimi zaman ağlarız, kimi zaman güleriz...
Ölümün adı tören, yaşamak bir şölen...") Tanımıştım bu sesi;
Cahide’ydi."Hayır, ben Nükhet," diye fısıldadı gülümseyerek. Yüzüne
baktım. Saçları yakamoz ıslağıydı. Güzeldi. Çok güzeldi. Soluk kesecek kadar...
Gözlerinde hep o manolya küskünlüğü... Sustu. Bir şey düşünür gibi. Bir şey
arıyor gibi. Bir şey söyleyecek gibi, sustu. O an, gelinliği içinde Hürmüz'ü
ayrımsadım salonun tam girişinde. ("A kınası bol elim, sen neler, neler
gördün. Kaç sandık dolu çeyiz, kaç güvey, kaç düğün...").
Nükhet Duru ile en son bir Tv programındaydık. "Adı Diğer Kadın" adlı
kitabımı konuşacaktık. Kameralara, tv stüdyolarına alışık olmama rağmen, itiraf
ediyorum Nükhet Duru ile karşılaştığımda bir an titredim. Sanki tüm sözcükler
uçup gidiverdi aklımdan. Kısa bir şok diyelim. O kadar güzel, o kadar güzeldi ki
Nükhet. Bu güzelliğin sürgününde buluverdim kendimi. Yüzünde bahar tazeliği,
bakışlarının derinliklerinde açıklı, koyulu binbir meneviş kaynaşıyordu ve
gözleri, yıldız sağnağına tutulmuş bir gece gibi aydınlık ve füsunlu, insanı
şaşırtan, tatlı bir tebessümle bakıyordu...
PINAR ÇEKİRGE
|