POPÜLER ARABESK(!) Hangi
tür müzik diyerek başlamak istedim sizlere anlatmak istediklerime. Çağdaşlarımın
(34) büyürken dinlediği müzikleri şöyle bir hatırlayınca da "Önce
arabesk vardı" gibi bir başlığın bu yazının sizlere anlatmak
istediklerini bir çırpıda özetleyebileceğine inandım. Ancak biraz düşününce,
bizden önceki o güzel nesle, Türkiye'de Türkçe sözlü pop müziğin olmadığı
dönemleri yaşayan nesle haksızlık etmiş olurum diye bir korku sardı içimi.
Gerçekten de bugün sanki sadece pop müzikten ibaretmişçesine sürekli aynı notalar
etrafında dönen albümler neredeyse gün geçtikçe birbirinin aynadaki aksi gibi gelir
oldu kulaklarımıza.
Arabeskten önceki döneme yetişememiş olmaktan dolayı o günün müziği
hakkında konuşmak haddimize değil belki ama 80'lerin çocukları olan bizler, o
dönemler henüz genç sayılabilecek bir akım olan arabesk müzikle tanışmış ve bu
türün sayılı temsilcilerini hep birlikte kabullenmiştik. Yazlık kışlık demeden,
koltukları tahta iskemleymiş ya da kendimizi evimizde hissettiren cinsindenmiş
düşünmeden doldurduğumuz sinema salonlarında saf aşıkların hikayelerinin sonu
geldiğinde buram buram arabesk kokan, sözden çok müziğe yer veren Ferdi
Tayfur, Orhan Gencebay filmlerini izledik. Necla Nazır'ın
saçlarını gizlemek için peruk kullanmadığı, Banu Alkan'ın
omuzlarını geçmeyen saçlarının henüz kahverengi olduğu, Ahu Tuğba'nın
adının Tuğba Çetin diye geçtiği dönemlerdi bunlar. Ferdi
de Orhan da daha 'ağabey'diler hayranlarının gözünde. Şimdiki gibi
'baba' olarak anılmıyorlardı. Her ne kadar TRT onayını alamayarak tek kanallı
televizyonlarımızdan ve radyolarımızdan bize ulaşamasalar da. Sahnelerimizin yeni
yıldız adaylarını önce poşetler içerisinde özenle sunulan dergilerdeki
fotoğraflarından, filmlerinden ve sonrasında da -eğer şansları ve tabii şansımız
varsa- arabesk kokulu kasetlerinden dinleme şansına erişirdik. Elbette sadece arabesk
değildi radyo frekanslarından, kasetçi dükkanlarından ve sinema salonlarından
içimize işleyen melodiler. Her şeye ve her türe inat Türk Sanat Müziği ve Türk
Halk Müziği her zamanki yerini korumayı bildi. Halen de öyle. Bu iki temel türün
dinleyicisi hiç değişmedi, terk etmedi müziğini. Ancak gün geçtikçe sayıları
azaldı. Ya da yeteri kadar beste üretilmedi bu tarzlarda. Yeni çalışmalar ortaya
çıkmadı bir süre. Samime Sanay, Faruk Tınaz gibi temsilcilerin yeni
yorumlarıyla, bildiğimiz Türk Sanat Müziği, yerini önce çok sesli Türk Sanat
Müziği'ne, türkülerimiz de sözlerindeki farklılıklarla Özgün Müziğe
bıraktılar. Ve zamanla aranmayan türler oldu şarkılarımız ve türkülerimiz.
80'lerin sonunda artık bir slogan ve TRT için vize anlamı taşıyordu yeni tür Sanat
Müziğimizin "Hiçbirşeyde gözüm yok" bestesi. Hülya
Avşar, Seda Sayan, Sibel Can, Serpil Çakmaklı gibi isimler beyaz camdan ilk
assolist selamlarını hep bu şarkıyla verdiler bizlere. Sonrasında daha bir az-solist
kıvamına erişip adeta bizden oldular televizyon ekranlarını parselleyerek.
Çok geçmeden ve o yılların politik ve ekonomik koşuşturması
içerisinde nasıl olduğunu anlamadan gelinen 90'larda ise "Abone"
adlı şarkıyla başlayan yeni bir akım tüm müzik türlerinin tahtına oturdu. Artık
Türkiye'de yepyeni bir pop müzik anlayışı vardı. Türkçe sözlü hafif batı
müziği mi yoksa aranjman mı diye tartışıla dururken, anlamlı anlamsız bir sürü
kelime bir araya getirilerek yeni sözler yazıldı, yeni ritmler oturtuldu. Daha çok Aysel
Gürel'in sözleri, Garo Mafyan'ın müziğiyle yol buldu
kendine bu akım. Ama altta hep aynı tempo yeralıyordu. Ya slowdu tercihimiz ya da dans.
Ortası olmadı. Böyle gelindi 2000'li yıllara. Bu süreç içerisinde sürekli aynı
notalar etrafında dönüp duran pop müziğimiz yeni arayışlar içerisine girerken
eskiyi hatırladı birden. Müzik marketlerden yükselen pop müziğinin içerisindeki
notalar bazen sanat müziğimizden bazen türkülerimizden ilham alır oldu.
Her ne kadar "Önce
arabesk vardı" desek de, arabesk halen var aslında. Hiç gitmedi. Bir
süreliğine dinlendi, yeni gelenleri izledi belki ama o hep içimizdeydi. Bugün en
starımıza en pop olanımıza, en uluslararası çapta bildiğimiz sanatçılarımızın
albümlerine daha dikkatli bakın, öyle kıyıda köşede değil, aslında tüm bu
çalışmalarda arabesk en başta. Hatta baş tacı. Ama bir farkla. Artık onun adı pop.
Yani popüler müzik.
Şimdi çevremdeki arkadaşlarıma bakıyorum da, ben şarkı dinlemem,
türkü dinlemem, hatta arabesk dinlemem diyenlere gülüyorum sadece. Hatırlayın ki Tarkan
bile son çalışmasında Aşık Veysel ustayı yadediyor. "Dudu"nun
ritm sazları için klipte kullanılan müzisyenler aslında hangi türü seslendiriyorlar
sanıyorsunuz. Evet önce arabesk vardı. Ama arabesk hala var. Bu yüzden bizler bugün
hiç ayırt etmeden her türlü müziği dinliyoruz. Çünkü hepsi bizden. Her biri bizim
içimizden çıkan melodiler.
ATAKAN ATASOY |