A H  K A L B İ M


Bilal Dede
 
BİR OKUNAMAMA HİKÂYESİ

            Anlaşılan "Bir Olamama Hikâyesi" başlıklı yazımla, Nazan Öncel sevenlerinin bir kısmını üzmüş, bir kısmını kırmış, bir kısmını da öfkelendirmişim. Sitede bana ayrılan köşenin asla ve asla kişisel soru, övgü ya da saldırılara cevap verme mecrası olmamasını istememe karşın, sitenin ziyaretçi sayfasında uzun süredir yayınlanan ve nedense son günlerde tekrar artan okuyucu yazılarına cevap verme ihtiyacı duydum.

9.jpg (3057 bytes)            Gerçi epeydir düşünüyordum, cevap versem ne olacak? Bu yanlış okumalar, okuduğunu anlamamalar ya da fanatik alınganlığı dinecek mi? Yoksa daha da mı artacak? Bir müziksever, kendine ayrılan köşesinde bir sanatçının kariyer tahlilini yapıyor, biraz "ekşi", biraz "acı" da olsa kendi gözlemlerine dayanarak bazı saptamalarda bulunuyor, temelde bütün olup biten bu. Ama onu sevenler ne yapıyor? Bir İngiliz holiganı enerjisiyle yazanın ne "at gözlüğü"nü, ne "beyin düzeyi"ni, ne yazdıklarının "önemsizliği"ni bırakıyor.

            Şunu hemen söyleyeyim, sanal iletişimden hep korkarım. Çünkü nasılsa görünmüyorum diye, ne kalem ayarı, ne dil ölçüsü tutturmadan ağzımıza geleni savuruyoruz. Sanırım teknolojiyi, cep telefonu ya da sanal iletişimi bizim kadar "özgür" kullanan insan topluluğu yok yeryüzünde. Buna bir de millet olarak, bırakın siyasi, ekonomik ya da toplumsal bir görüşü tartışmayı, bir sanatçının değerlendirmesini bile küfürsüz, hakaretsiz, saldırısız karşılayamıyor oluşumuz eklenince, medeni ölçüleri kolayca es geçtiğimiz bir durum çıkıyor ortaya.

            Sezen Aksu ile ilgili hemen her yazımda aslında onun ve sevenlerinin hiç hoşlanmayacağı şeyler de yazıyorum. Kendini Türkçe Pop’un kraliçesi olarak konumlandırmış bir sanatçıya "Sesi bitti, gitti, yok!" diyorum, "Bu kadar ünlü, bu kadar üretken, bu kadar sevilen bir şarkıcıyken bu 'sessizlik' ona Allah’ın bir cezası sanki," diyorum. Onu büyüklüğüyle ve erdemleriyle, eksikleri ve zaaflarıyla değerlendiriyorum. Çünkü onu seviyorum ve sevginin gerektirdiği tatlıyı da, acıyı da sunuyor, hakkını teslim ediyorum. Bir Sezensever de kalkıp bana "at gözlüğü"nden, "beyin düzeyi"nden, "önemsiz"likten bahsetmiyor.

3.jpg (8549 bytes)            Bir sanatçıyı sevme hakkınız olduğu gibi, sevmeme hakkınız da var. Kaldı ki, ben Nazan Öncel'i de seviyorum. Onun "hayatın eşit davranmadığı" insanlardan biri olduğunu düşünüyor ve üzülüyorum. Kızıyorum da! Sevdiğim için kızıyorum, mevcut şanssızlığına kendinin de eklediği hatalar için kızıyorum. Anlamayanlar için söyleyeyim, yazımdaki, "Nazan Öncel sanırım en büyük kötülüğü kendine yapmıştır. Hepimiz gibi!" cümlesi bu empatiyi anlatır.

            Baştan hiç ama hiç ısınmadığım bir isim olduğunu yazımda da belirtmiştim, ama beni saran, sarsan bir albüm olan "Göç"ün hakkını teslim etmişimdir. Sanatçının içindeki pırıltıyı, içinde habire saklı tuttuğu özgünlüğü benim de gözüme gözüme sokmuştur. Benim yazımı doğru okuyamayanlara yine yazımda yer alan şu cümleyi de hatırlatmanın bir yararı var mı acaba? "İlk kez Sezen gölgesinin yer almadığı, içten, samimi, kendine ait bir albümdür bu", "'Göç' Nazan’ın en iyi albümü olmakla kalmaz, Türk Popunun da hatırı sayılır çalışmalarından biri kabul edilir,"

            Benim derdim Sezen Aksu kıyaslaması yaparak Nazan Öncel’i karalamak değil. Nazan Öncel’in kendi potansiyelini, kendi iç zenginliğini, kendi yeteneklerini gözden kaçırıp boş yere, gereksiz yere kendini bir benzerliğe ve takibe adamasıdır beni üzen. Saç kesiminden giysiye, vokalden şarkı sözü benzerliğine o kadar takip, o kadar benzerliktir beni kızdıran. Sezen Aksu benzerliği kime hayır getirmiştir? Sezen’in bizzat kendisi bile kendine benzemeye, kendini taklit ve tekrar etmeye kalkıştığında tahammül edilmezken!

            Ayrıca "Bir sanatçının tüm kariyerini bir başka sanatçının onu engellemesine endekslemesi her şeyden önce kendisine haksızlık," cümlemde de belirtmeye çalıştığım gibi, sanatçının kendisini ve kulvarını böyle bir noktaya indirgemesidir beni üzen, kızdıran. Sevdiğiniz insanın kendini ve kendi değerlerini gözden çıkarması, yok saymasıdır.

8.jpg (4048 bytes)            Birkaç ay önce karşılaştığım, hem kalemine, hem kişiliğine çok değer verdiğim bir yazar arkadaşım, sohbetimizin bir yerinde hiç ama hiç konusu değilken, "Yalnız, Nazan Öncel için yazdıklarına katılmıyorum, bilmiş ol!" dedi. Öylece kalakaldım. Konumuz bu değil bir, sen o siteye giriyor musun iki, benim yazılarımı okuyor musun üç! Şaşırdım kaldım, hiçbir şey söylemedim tabii ki. Gülümsedim sadece. Ama anladım ki, o da bir Nazan Öncel seveni ve onu da üzmüşüm. Yine birkaç hafta önce, bir barda yine değer verdiğim bir yazar arkadaşım, yine hiç konusu değilken birden, "'Bir Olamama Hikâyesi' yazını okudum, bence Nazan olmuştur!" derken çok içtendi. Anladım ki, onu da üzmüşüm ve anladım ki, insanlar sevdiklerine laf edilmesinden hoşlanmıyor.

            Ne mutlu Nazan Öncel'e. Onu samimiyetle seven ve her şeyiyle kabul eden insanlar var. Ve onlara sadece "Üzgünüm," diyebilirim. Açıkça söyleyeyim, Nazan Öncel beni arasa ve "Bütün bu yazdıkların doğru olabilir de, niye yazdın be kardeşim?" dese söyleyecek hiçbir sözüm yok. Ama asıl bu yazımı doğru okumayanlara, anlamayanlara ve ölçüsüzce laf edenlere söyleyecek hiçbir sözüm yok.

            Hadi Nazan Öncel... Belli ki seni bambaşka dillerle, üsluplarla, tavırlarla seven, savunan, kollayan, bekleyen insanlar var. Şahane bir albümle bir dönüş yap ve bu büyük özlemi gider. Sen şarkı söyle, biz susalım.

MEHMET BİLÂL DEDE