Henüz orta okul sıralarındayken pilli bir pikabım vardı. Taşınabilir, saplı bir çanta şeklindeydi. Çantanın kilitlerini açtığınız zaman ortadan ikiye bölünüyor, bir yarısından pikap çıkıyor, diğer yarısı ise pikabın sesinin çıktığı kolonu taşıyordu. Üzeri formika kaplı, çekmeceli ve o zamanın anlayışına göre bir hayli havalı çalışma masam oturma odasının en mutena köşesinde durur, ders kitapları, defterler vesaire dolu masamın bir köşesinde pilli pikabım bütün azametiyle göz alırdı. Özel bir odam yoktu. Oturma odası aynı zamanda benim odamdı. Öğleden sonraları bazen ders çalışır, bazen kitap okur ama tüm bunları mutlaka pikabımda dönen bir plak eşliğinde yapardım. Kimi zaman annemin arkadaşları gelir ve her nedense misafirden misafire açılan
misafir odasında değil, oturma odasında otururlardı. Onlar sohbet ederken ben masamın başında hem plak dinlemeye hem de ders çalışmaya devam ederdim. Ancak öylesi durumlarda çalacağım plaklara ayrı bir özen gösterirdim. Gelen misafir neyi sever, neden hoşlanır diye kendimce tahminler yürütür, hele pikabın hoparlöründen yükselen sese kulak kabartıldığını hissedersem dersi mersi bırakır, plak seçmeye koyulurdum. Bazen komşu kadınlardan biri
"Ah çok severim ben bu şarkıyı," derdi, ya da "Ajda Pekkan mı bu çalan?". Artık değmeyin benim keyfime. Henüz
"DJ" kelimesi memleket lügatine girmemişken, o günlerde dinlediğim ve sevdiğim şarkıları tamamen içgüdüsel bir iş edinmeyle birilerine dinletmeye çalışır, sanki o şarkıları ben yazmış, ben söylemişim gibi de heyecan duyardım her defasında. Üzerinden epeyce bir zaman geçtikten sonra ülkede böyle bir sektör oluşacağını ve zaman içerisinde benim de bu sektörde bir meslek edineceğimi o zamanlar söyleseler herhalde çok sevinir ama yine de inanmakta güçlük çekerdim.
"Bir meslek edindim" dedim demesine ama gelin görün ki ben hala bunun düpedüz bir iş olduğunun şuurunda değilim korkarım. Sevdiğim şarkıları birilerine dinletmek, benim aldığım keyfi dinleyenlerin de aldığını görmek ve o arada derede de o şarkılardan kendime pay çıkarmak, şarkının sevildiğini gördüğümde, en az şarkıyı yazan, çizen, söyleyenler kadar haz almak ve hatta gurur duymak için yapıyorum hala ne yapıyorsam. Beylik bir yargıyla lafı toparlamak gerekirse, zaten insan yaptığı işin heyecanını kaybederse o işi artık hiç yapmasın daha iyi değil mi ama?
Geçtiğimiz günlerde yine benzer bir heyecanla mikrofon karşısındaydım. Elimde yeni bir albüm duruyordu. Radyo programımda onu tanıtacaktım dinleyicilere. Dinlerken nefesimin kesildiği şarkıları bir de onlar duysun diye çalacak, ama bir yandan tatlarını da damaklarında bırakacak, albümü gidip satın alsınlar diye sezdirmeden telkin verecektim. Üzerime vazife edinmiştim bir kere. Satıştan pay verseler yeriydi bana. Pay may hak getire, böyle bir albüm yaptıkları için benim onlara üste para veresim vardı oysa. Albümün kapağında Nilüfer'in imzası vardı.
Nilüfer ve
"Sürprizler".
Aslında bu albümden yine Hakan Eren sayesinde haberdardım. Daha Nilüfer'in ilk üç albümün tıpkı basımlarının yapılmasına karar verildiğinde, bu kararın verilmesinde rolü bir hayli büyük olan
Hakan Eren'in o günlerde duyduğu heyecan ve mutluluğun yakın tanığı olmuştum. Hazırlıklar aylarca sürdü.
Hakan Eren geceler boyu bizzat kendi evinde albüm kartonetinde yer alacak resimler için dergileri altüst etti, seçtiği resimleri taradı, kartonet tasarımında bizzat bulundu, şarkıların yeniden yayınlanabilmesi için gerekli yasal izinlerin alınması için saatler süren telefon konuşmaları yaptı, fakslar, mesajlar gırla gitti. İkna edilmesi neredeyse imkansız denilen, isimlerini müzik çevrelerinin çok iyi bildiği kimi besteci ve söz yazarları
Hakan Eren sayesinde ikna edildi ve çalışmalar nihayet son safhaya geldi. Daha o günlerde bir de böyle sürprizler içeren albüm yayınlama fikri vardı. Ve bu projede yer alacak kimi şarkıların
"master" kayıtları Odeon arşivinde bulunamamış, yine Hakan Eren, arşivindeki
plaklardan o şarkıların kayıtlarını yapmıştı. İşte tam bu noktada ne olduysa
oldu ve bu çalışma için gecesini gündüzüne katmış Hakan Eren projeden elini
eteğini çekti. İşin bu kısmı başlı başına bir yazı konusu olabilecek kadar
çetrefilli bir hikaye, bilen biliyor zaten. Buraya kadar olan kısım son
zamanlarda gazetelerde dahi yer aldığı için ben de yazmakta sakınca görmedim. Bu
camianın içindeki herkes, hepimiz çok heyecanlı, hevesli, bazen aceleci, bazen
ağırkanlı, kimi kez coşkulu, kimi kez hırçın, yeri geldiğinde haddince
hatırşinas, ama kimi zaman bir kuru teşekkürü bile akıl edemeyecek kadar
unutkan, bazen çok vurdumduymaz bazen de alabildiğine kırılgan olabiliyoruz.
Böylesi ruh hallerinin ve belki biraz da yanlış anlaşılmaların ya da
anlaşılamamaların gölgesinde büyüyen anlaşmazlık ne yazık ki çözülemedi ve bu
albüm, onca emeğine rağmen Hakan Eren'in adı yer almaksızın çıktı. Bu hadisenin
ve benim de vakt-i zamanında bizzat yaşayarak edindiğim benzer bir deneyimin ve
dahi duyduğumuz, gördüğümüz ya da şahit olduğumuz başka başka ama yine benzer
öykülerin bildik kelimelerle açıklanabilecek bir tek cümlelik dersi vardı
aslında. Onu da Zeki Müren söylemişti zamanında: "Vefa uzaklarda kalan bir his"ti bu diyarda. Alışanlar gemisini yürütüyor, alışamayanlar kırılıyordu her defasında.
Albüm, son derece şık bir kapak tasarımıyla sunulmuş satışa. Ben hala şu plastik kaplara alışamadıysam da kabın içindeki kartonetin
Feridun Ertaşkan imzalı tasarımı yine göz kamaştırıcı (tamamı kartondan mamül bir kapak tasarımının böylesi arşiv değeri taşıyan yapıtlar için daha yerinde bir seçim olacağı kanısındayım ben hala, plastik hep ucuzluğu çağrıştırmıştır bana zira). Artık arşiv albümlerinin bir alameti farikası haline gelen plak görünümlü cd,
Nilüfer'in eski resimlerinin altın yaldızlı çerçeveler içerisinde kartoneti süslemesi, o el işlemesi mücevher kutusu ve zarif şamdan, tüm bunları çevreleyen renkler ve desenlerle yaratılan çok zevkli ve incelikli tasarım için son zamanlarda gördüğüm en özenilmiş albüm kartonet çalışması dersem mübalağa etmiş olur muyum bilmem. Albüm kapağında yer alan fotoğraflar için kompoziyonları bizzat kendisi yapan
Nilüfer'in bu övgüden hak ettiği payı da teslim etmeliyim. Yine bu tür albümlerin bir başka alameti farikası da
Naim Dilmener yazıları kuşkusuz. Dilmener usta yine
"emsalsiz" kalemiyle albümdeki şarkılar hakkında bir yandan resmi ve gayri resmi bilgiler veriyor, bir yandan da bütün zarafetiyle albüm hakkındaki düşüncelerini satır aralarına serpiştiriyor.
Kapak bilgileri ve Dani Grunberg'in yazısı da gösteriyor ki Odeon'un bundan önceki arşiv albümlerine emek veren ekip yine işinin başındaymış. Arşiv albümlerinin yorgun ama yenilmez savaşçısı
Zeynep Göktürk,
"dijital mastering"de Hale Aktaş ve az önce de ismini zikrettiğimiz
Feridun Ertaşkan. Eksik olan bir tek Hakan Eren imzası iken, eklenen
Nino Varon ismi olmuş bu kez. Gerçi isminin karşısında
"Müzik Danışmanı" ibaresi dursa da herkes çok iyi biliyor ki şimdi yeniden ya da ilk kez yayınlanan bu şarkılar bundan yirmibeş-otuz yıl önce seçilirken, yazılırken, hatta kayda alınırken
Nino Varon oradaydı. Bu mevzuu az sonra teferruatlı olarak masaya yatıracağız ama şimdi albümü dinlemeye başlıyoruz beraber. Hadi bakalım, basın cd player'ınızın 1 numarasına.
Albüm dünya popüler müzik tarihinin en çok satmış, en çok dinlenmiş ve söylenmiş şarkılarından birinin Türkçe versiyonuyla açılıyor.
Barbra Streisand'ın sesiyle kulaklarımıza yer etmiş
"Woman In Love"ın Fikret Şeneş sözleriyle kaleme alınmış hali: "Ben Seni Seven Kadın".
Fikret Şeneş'in şarkının orijinal hikayesine sadık kalarak yazdığı sözler ve
Nilüfer'in Barbra Streisand'dan aşağı kalmayan yorumu nefes kesici. Bu şarkı ne yazık ki
Nilüfer'in hiçbir albümüne girememiş, 45'liklerin can çekiştiği ara dönemde yayınlanmış ve hatta
Nilüfer'in son 45'liği olarak müzik tarihine geçmesine rağmen Nilüfer kariyerine dönüp bir bakıldığında ilk hatırlanan şarkılardan biri olmamıştı yıllar boyu. Bu vesileyle şarkı nihayet hak ettiği ilgiyi görecek ve özellikle şarkının orijinali bilen yeni nesil, bu son derece başarılı aranjman ve yorum karşısında parmak ısıracaktır sanıyorum. Bu şarkı, aynı zamanda ülkemizde telif haklarının yıllar önce işletilmeye başlamasının sayılı örneklerinden biridir. O günlerde Hey dergisinde yer alan bir haberde, şarkının Türkçe versiyonu için yasal izinlerini alan Balet Plak'ın,
Nilüfer'in 45'liğinin satılan her kopyası için şarkının bestesini yapan
Gibb kardeşlere telif ücreti ödeyeceği anlatılıyordu. Şarkıyı yıllar sonra cd üzerinde dinlerken aklıma hemen o haber ve haberi süsleyen, plak kapağıyla poz vermiş
Nilüfer resmi geldi. Yabancı şarkıların sorgusuz sualsiz Türkçe'ye tornistan edildiği ve kelimenin tam anlamıyla tepe tepe kullanıldığı o yıllarda, şimdilerde çok sıradan sayılabilecek bir telif ödeme mevzuu işte böylesi bir tam sayfa habere dönüşebiliyordu. Acı acı gülümsüyor ve ikinci şarkıya geçiyoruz.
Yine albümlere girmemiş, 45'liklerinden birinde kalmış, yıllar sonra "Yeniden Yetmişlere" albümünde
Nilüfer tarafından tekrar seslendirildiğinde o albümün lokomotif şarkılarından biri haline gelmiş
"Of Aman Aman", bütün eğlencesiyle ve bu defa orijinal haliyle karşımızda. Hemen ardından gelen
"Ağlıyorum Yine"nin ise ayrı bir önemi var. Bu şarkı Nilüfer'in adını tüm Türkiye'ye duyuran ilk 45'liğinin iki şarkısından biri. Gencecik yaşın tedirginliğiyle biraz kırık, biraz ürkek ve çekingen yorumuna rağmen rezonansı alabildiğine yüksek sesi ve yer yer
Ajda Pekkan etkileri hissedilse de kelimelere ve dolayısıyla notalara basış tekniğindeki şaşırtıcı profesyonelliğiyle Nilüfer, daha ilk plağında bugünlere geleceğinin, gelirken de ülkenin en önemli kadın şarkıcılarından biri olacağının ipuçlarını çok açık ve net bir şekilde vermiş aslında. Şarkıyı bir de bu bakış açısıyla dinlerken sanki onu ilk kez dinliyormuş ve hatta keşfediyormuşçasına bir heyecana kapılmaktan kendimi alamadım.
Ne yazık ki bu ilk 45'liğin diğer şarkısı olan ve aslında
Nilüfer'in çıkış şarkısı da diyebileceğimiz
"Kalbim Bir Pusula"yı bu albümde bulamayacaksınız. Bilin bakalım neden? Şarkının söz yazarı olan ve Türk popüler müziğinin kilometre taşlarından, yaşayan efsanelerinden biri kabul edilen
Sezen Cumhur Önal'ın o dönemde göğsünü gere gere imzasını attığı şarkılarının, bir başka deyişle özellikle altmışlı yıllar Türkçe sözlü popunun hemen hemen yarısı demek olan bir hazinenin bugünlere ulaşmaması için gösterdiği ısrarlı çaba doğrusu insanın aklını karıştırıyor. Alabildiğine romantik, bazen çocuksu, kimi kez komik ama hep çok eğlenceli bulduğumuz o şarkıları biz çok seviyoruz oysa.
Sezen Cumhur Önal'ın bu konuda nasıl kaygılar duyduğu konusunda ise fikir yürütmekte zorlanıyoruz.
Nilüfer kariyerinin başlangıç noktası olan
"Kalbim Bir Pusula"nın bu albümde olamaması büyük eksiklik.
1974 yılında ilk ve son kez düzenlenen Toplu İğne Yarışmasının TRT'nin tek kanallı siyah beyaz ekranına getirdiği görüntülerini hayal meyal hatırlıyorum. Ben her nedense hep
"Hey Gidi Dünya Hey"in yarışmayı kazandığını sandım yıllar boyu. Ta ki bu işlere profesyonel sıfatla adım atıp da resmi bilgilere ulaşıncaya dek hafızam bu konuda beni hep yanılttı. Sanıyorum ki çocuk zevkimle en çok o şarkıyı sevmiş, kendimce onu birinci ilan etmiş ve hafızama öyle yazmıştım (ki
Esmeray ve
"Unutama Beni" dir asıl birinci). Aynı yarışmada Nilüfer'in söylediği şarkı ise sonrasında yayınlanan 45'lik nedeniyle kısa sürede ezberime alınmıştı. Ben pek seviyordum bu şarkıyı, özellikle
"götür cehenneme" bölümünü Nilüfer'in kelimeleri yutarak "döööööğ cehenneme" diye söylediği kısım pek hoşuma giderdi ve ben de aynen öyle söylerdim eşlik ederken. Yıllar sonra şarkıyı cd üzerinde dinlerken yine en çok o kısmına takılıp kaldım. Ve enteresan bir şekilde bir
Tuğrul Dağcı (Oktay Yurdatapan) bestesi olan bu şarkının aslında ne kadar tipik bir seksenli yıllar Kayahan bestesi olabileceğini düşündüm. Bunu daha önce hiç fark etmemiştim ama bu şarkıyı seksenlerde Kayahan kendi bestesi diye ortaya çıkarsa herhalde kimse şüphe duymazdı. Bunda müthiş duyarlı bir müzisyen olan
Tuğrul Dağcı'nın Nilüfer'in sesine nasıl şarkıların yakışacağına dair daha o günlerde gösterdiği ustalıklı ve zeki öngörünün payı olsa gerek.
Nino Varon'un Nilüfer'in kariyerinde ne denli, önemli bir isim olduğu herkesin malumu. Daha bir lise öğrencisi iken katıldığı Altın Ses yarışmasında ondaki yeteneği keşfedip ona plak yapma teklifi götüren, o yarışmadan bir zaman sonra da olsa sonunda başlayan plak kariyerinin çok önemli bir bölümü boyunca her zaman
Nilüfer'in yanında olan ve bugün envai çeşit payeye bölünmüş ve onlarca kişinin ayrı ayrı
"profession" sıfatıyla yaptığı, müzik danışmanlığı, repertuar danışmanlığı, basın danışmanlığı, basın-halkla ilişkiler, yer yer menajerlik, kimi kez
"vocal coach", kimi kez söz yazarı hatta besteciliğini yapan Nino Varon oldu. Bir çok işbirliğinde, çok da iyi bilinir ki kolay kolay aynı lezzette tutmayan kimya,
Nilüfer ve Nino Varon ortaklığında dört dörtlük tuttu. Öyle ki onların yolu ayrıldığında dahi
Nilüfer'in başka isimlerle kotardığı her başarılı iş Nino Varon'u da uzaktan uzağa heyecanlandırdı. Yazının başında bahsi geçen radyo programımda albüm hakkında söyleyecek sözü en fazla olan birkaç isimden biri olduğunu düşündüğüm
Nino Varon'la telefon bağlantısı yapmıştım.
"Ben Seni Seven Kadın şarkısını duyduğumda bir prodüktör olarak Yeşil Giresunlu'yu çok kıskandım" diye anlatacaktı bu durumu
Nino Varon. İşte böylesi bir kimyaydı Nilüfer ve Nino Varon arasındaki. Bu işbirliğinden bizim payımıza da onlarca unutulmaz şarkı düşmüştü. Söz ve müziğini
Nino Varon'un yaptığı
"Söyle Söyle Sever mi" de bunlardan biriydi ve bu albüm sayesinde o da 45'lik baskısından sonra ilk kez yeniden yayınlanıyordu.
Ve işte albüme adını veren "Süprizler" asıl bu noktadan sonra başlıyor.
Hümeyra'nın sesiyle bugün dahi kulaklarımızda çınlayan
"Yaş Otuzbeş", Nilüfer'in yorumuyla ilk kez bu albümde karşımıza çıkıyor. Gencecik bir kızın bu biraz kaderci, biraz buruk
Cahit Sıtkı Tarancı dizelerine getirdiği yorum çok etkileyici. Bu şarkıyı
Nilüfer'in, Hümeyra yorumunu dinlemeden, hatta Hümeyra'dan önce söylemiş olması kuvvetle muhtemel. Bilirsiniz,
Hümeyra'nın kelimeleri ezip büzmesi, heceleri ayırması, vurguları, aslında bütünüyle şarkı söyleme tekniği çok kendine hastır, çok özeldir.
Nilüfer ise şarkıyı bambaşka bir yorumla söylüyor. İki yorumun birbiriyle uzaktan yakından ilgisi yok. Hatta şarkının bir cümlesi tamamen farklı (Hümeyra
"Şakaklarıma kar mı yağdı, ne var," derken aynı yerde Nilüfer "Benim mi Allahım bu çizgili yüz," diyor).
Nilüfer daha ziyade yine Ajda Pekkan etkisinde. Özellikle
"dante gibbbbi", "mooooorrr halkalar", "ortasındayıııııız ömrün", "bakmadaaaağğğn gider" bölümlerinde
Ajda Pekkan vurgularını çok net duymak mümkün. Yıllardır Odeon plak arşivinde kalmış bu deneme kaydının bu albümle gün ışığına çıkması bencileyin eskicibaşılar için gerçekten olağanüstü bir sürpriz. Şarkının ortasında bir yerlerde
Nilüfer'in boğazını temizlediğini duymak da öyle. Albüm kapağındaki mücevher kutusunun neden orda durduğunu daha iyi anlıyorum bu şarkıyı dinlerken.
Sırada bir sürpriz daha var. İtalyanca bir şarkı: "Leggera". Bu da daha önce yayınlanmamış bir deneme ve
Nilüfer'in
"Baştan Anlat" adıyla Türkçe söylediği şarkının İtalyanca versiyonu. Yurt
dışında yayınlanmış Almanca sözlü şarkıları bir yana, bu farklı dillerdeki
şarkıların neden kaydedildiği konusuna yine Nino Varon, radyo sohbetimiz
esnasında şöyle bir açıklık getirdi: "Nilüfer'in İtalyan Lisesi mezunu olması ve yabancı dile yatkınlığı nedeniyle biraz ona kendisinin kendi artistik gücünü göstermek, motivasyon sağlamak, ama aslında en çok da denemek maksadıyla yaptığımız kayıtlardı." Albümün akışında karşımıza çıkan ve tıpkı bu şarkı gibi daha önce yayınlanmamış kayıtlar olan
"Pourquoi Parler D'amour" ve "Ancora" da benzer nedenlerle yapılmış olsa gerek. Fransızca, İtalyanca ve birazdan bahsedeceğimiz Almanca şarkılar tamam, ama bir de
Nilüfer'in İngilizce şarkısı var malum. Eurovision 1978 macerasında Grup Nazar'ın bir elemanı olarak seslendirdiği
"Sevince"nin İngilizce versiyonu "Darling". O da zamanında Balet Plak etiketiyle yayınlanmıştı. Keşke bu albümde o şarkı da olsaydı da
"beş dilde Nilüfer" gibi bir payesi de olsaydı albümün (her zaman çok şey isteriz, biz arşivciyiz !)
Daha önce Tanju Okan ve Modern Folk Üçlüsü'yle birlikte seslendirdiği "Kim Ayırdı Sevenleri"nin solo
Nilüfer yorumu da albümün sürprizlerinden biri. Çok güzel bir melodinin, aynı güzellikte Türkçe sözleri (yine
Tuğrul Dağcı imzasıyla) ve Nilüfer'in gencecik sesiyle bu şarkı da dinlemelere doyulmayanlardan.
"Selam Söyle"nin Enrico Macias dolaylarından Fransızca versiyonu çok sempatik. O
yıllarda muhtemelen çalıştığı firmanın yurt dışı ayağı öyle istediği için,
şansını Almanya'da deneyen ve Almanca plaklar yapan Nilüfer'in Fransa ya da
İtalya'da şansı daha mı yüksek olurdu acaba diye düşünmeden geçemiyor insan.
Yine Nino Varon'dan alıntı yapmak gerekirse: "Şayet öyle olsaydı bugün bizim de bir Nana Mouskuri'miz olabilirdi," kim bilir? Nitekim sırada yer alan Almanya denemelerinden biri,
Miss Nilufer'in Almanca plağından
"Bau Mir Ein Paradies", bir hayli zayıf ve etkisiz bir şarkı. Bu şarkının kaydının albümdeki diğer şarkılara nazaran bir hayli kötü olduğunu da eklemeliyim.
Sırada "Körebe" var. "Al Beni Çal Beni" 45'liğinin arka yüzünde yer alan bu
Fecri Ebcioğlu şarkısı, Nilüfer'in ilk dönemlerini ziyadesiyle özetleyen enfes bir şarkı.
Fecri Ebcioğlu karakteristiğinden midir bilinmez, bu şarkıda Nilüfer'in başından beri aslında hiç de yapmadığı bir şeyi yapıp yer yer bozuk diksiyonla şarkı söylediğine tanık oluyoruz.
"Körebe"nin hemen ardından Nilüfer'in yine Almanya'da basılmış 45'liklerinden
alınma bir şarkı geliyor: "Italiano". Bakmayın siz şarkının adına, şarkı elbette
Almanca. Böylece Nilüfer'in Almanya macerasından geriye bugüne aktarılmamış dört
şarkı kalıyor: "Anatol", "Ali", "Bilder In Meinem Herzen" ve "Warum Muss Augerechnet Er Est Sein".
Ve geldik Nilüfer'le süprizli yolculuğumuzun sonuna. Albümün kapanış şarkısı enfes bir
Mina şarkısının inanılması güç Nilüfer yorumu. Nilüfer'in bu İtalyanca şarkıda gözle görülür bir
Mina etkisi taşısa da, son derece başarılı olduğu aşikar. Bıkıp usanmadan defalarca dinlenebilecek bu muazzam şarkının
"Sana Yazdım" adını taşıyan Türkçe versiyonunu 1997 yılında Zerrin Özer'in söylediğini de hatırlatalım.
Bu durumda
Nilüfer diskografisinde en başından sonuna dek cd'ye aktarılmamış neler kaldı bir bakalım. Öncelikle
"Kime Küseyim?". "Ben Seni Seven Kadın" 45'liğinin B yüzünde yer alan bu şarkı
Nilüfer diskografisinin en koyu arabesk şarkılarından biri (bana ne güneş doğmuş, ne gün ağarmış, benim dünyam daha dünden kararmış). Muhtemelen de bu yüzden bu seçkinin dışında bırakılmış (Balet Plak'tan izin alma sorunu olmadığını biliyoruz). Yine aynı sebeple yayınlanmadığını düşündüğüm bir diğer şarkı da
"Boşverdim". Gerçi arabesk değil, tipik bir yetmişli yıllar şarkısı ama bu şarkı da o derece
Nilüfer'den duymaya alışık olmadığımız türden enteresan sözler içeriyor ki verin
Seda Sayan'a söylesin (koparırım ellerini, oyarım gözlerini).
"Kalbim Bir Pusula"yı da sayarsak etti mi üç. Yukarıda bahsi geçen dört Almanca şarkıyı da dahil edersek yedi. İki de
Grup Nazar (Türkçe ve İngilizce versiyonlarıyla
"Sevince"). Toplamda Odeon'dan geriye dokuz şarkı kalıyor demek ki.
Geçelim Burç Plak'a: "Oh Oh / Beyaz Mendil" 45'liği, Nilüfer'79,
Nilüfer'80 albümleri (ki her ikisi de ihtiva ettikleri alaturka ve arabesk şarkılarla çok enteresandır). Bu albümlerden alınmış kimi şarkılarla oluşturulan ve sadece kaset formatında yayınlanan
"Nilüfer Nostalji" albümü hala piyasada bulunabiliyorsa da bu kaset her iki albümün eksiksiz bir toplaması değil. Burç Plak'ın aslında Yavuz Plak'ın bir kolu olduğunu biliyoruz bilmesine ama Yavuz Plak'ın bu konudaki savrukluğu da
Barış Manço ve Cem Karaca serileriyle belgeli. Dolayısıyla Nilüfer'in kişisel girişimi olmaksızın diskografisinin o bölümüne cd formatında ulaşmamız kısa vadede pek mümkün görünmüyor. Sonrasında Yaşar Plak dönemi başlıyor ki birer tıpkı basım olmasalar bile en azından her bir lonplaydeki bütün şarkıların bir araya getirilmiş olmasından dolayı Yaşar Plak döneminin cd formatındaki baskılarına minnettarız. Üstelik her biri halen piyasada bulunabiliyor. Tabi Yavuz ve Yaşar plak günlerinde kaydedildiği halde plaklara alınmamış şarkılar var mı, varsa da
"master" kayıtlar hala duruyor mu, onu bilemiyoruz.
Pilli pikabıyla komşu kadınlara plak dinleten çocuk nicedir piyasaya yeni çıkan
albümler hakkında böyle enine boyuna yazılar döşüyor, ıdısından dıdısına
kesilmedik ahkam, edilmedik laf bırakmıyor. Çünkü o çocuk hala dinlediği
şarkıları çok seviyor. Hele hele o pilli pikabın üzerinden çıkıp da cd olarak
eline gelivermişse bir gün, bir zamanlar sevdiği şarkılar, artık kalemini
tutabilene aşk olsun. Sözün özü, şu yılbaşı üstü Nilüfer'in sürprizleriyle eski
günleri bir kez daha yad etmek isterseniz bu albümü alın. Bilseniz de bilmeseniz
de eşlik edin, bir yerinden başlayın Nilüfer'le birlikte söylemeye: "Al beni çal
beni, dööööğ cehenneme, vur beni öldür beni yeter ki terketmeeeeee...."