1800’lü yıllarda özellikle İstanbul ve İzmir
bölgesinde yaşayan Rum ve Ermeni toplulukların sahnelediği oyunlarla
yaygınlaşmaya başlayan Batı tarzında tiyatro, ortaoyunu geleneğinden gelen Türk
toplumunda çok çabuk sevilecek ve kısa süre sonra Türk yazarların yazdığı
Türkçe oyunlar da sahnelenmeye başlayacaktı. 1870 yılında Türkçe oyun
sahneleme
yetkisi sadece Güllü Agop Efendi’nin kumpanyasına verilince, diğer topluluklar
ayakta kalabilmek için mecburen operet ve müzikli oyunlara yöneldiler. Türk
temaşa sanatında, özellikle geleneksel Karagöz ve Hacivat seyirliklerinde
müziğin zaten olmazsa olmaz bir yeri vardı. Ama Osmanlı şimdi başka bir şeyle,
Batı çalgılarının da kullanıldığı Batı tarzı operetler ve müzikli oyunlarla
tanışıyordu. Devletin resmi cephesinde Sultan II nci Mahmut’un emriyle kurulan
Mızıka-i Humayün, Batı müziğinin ülkedeki ilk örneklerini veredursun,
Direklerarası ve Şehzadebaşı’ndaki tiyatrolar operetler, müzikli oyunlar ve kantolarla müşteri çekiyor, bu
eğlenceli gösteriler bir hayli rağbet görüyordu.
Denilebilir
ki kantolar kadar müzikli oyunların ve operetlerin şarkıları da popüler müziğin
Türkiye’deki başlangıç noktasıdır. O yıllarda özellikle taş plakların
yaygınlaşmaya başlamasıyla birlikte kantoların yanı sıra operetlerin ve müzikli
oyunların sevilen şarkıları da birer ikişer plaklara okunacak ve gazelden ve
türküden geçilmeyen plak piyasasında başka bir yönün yol göstericisi
olacaklardı. O dönemlerde plak olmamış operet şarkılarının bile dillerden
dillere dolaştığı, ezber edildiği düşünülürse bugünün popüler müziğinin daha en
başında tiyatro denen temaşa sanatıyla ne denli alış veriş ettiğini görmek
mümkün. Nitekim bu yakın ilişki bir daha hiçbir zaman o dönemlerdeki kadar
yoğun olmasa da (çünkü araya önce sinema, sonra televizyon girdi) müzik tarihi
boyunca yer yer yaşandı ve hala da yaşanmakta. Örnek mi ? Örnekleri ben değil,
Gülriz Sururi verecek az sonra.
Doğum
tarihi konusunda rivayet muhtelif olmakla beraber, Gülriz Sururi’nin yazının
başında anlattığım operetler zamanlarına dek uzanan bir süredir sahnede var
olan bir ailenin kızı olarak dünyaya geldiği herkesin malumu. Gülriz Sururi’nin
tüm sanat geçmişine dair merak ettiğiniz herşey için kitaplarına başvurmanızı
önereceğim çünkü bizzat kendisi tarafından kaleme alınmış her iki anı
kitabından da hem çok önemli bir tiyatro oyuncusunun kişisel tarihi, hem de
onun nezdinde Türk Tiyatrosunun gayri resmi tarihi hakkında epeyce şey öğrenmek
mümkün : “Kıldan İnce Kılıçtan Keskince” ve “Bir An Gelir”.
Kariyeri
boyunca bir dolu oyunda rol almasına rağmen bugün ülkede müzikli oyunlar ve
müzikaller denince ilk akla gelen isimlerden biri Gülriz Sururi dersek yanlış
olmaz. Oyunculuğu ve performansıyla olduğu kadar görüntüsüyle de bir çırpıda
hafızalara yer edip kolay kolay silinmeyecek bir sahne karizmasına sahip
olduğunu kimsenin inkar etmediği Gülriz Sururi, en çok da bu yüzden sahne
üzerinde çok rahat taşıdığı, çok inandırıcı kıldığı karakterleri canlandırdı. Ve
her bir karakter hepimizin anılarına Gülriz Sururi’nin portresinde yerleşti.
Bir düşünün, birisi size “Sokak Kızı İrma” dese hemen aklınıza o file çoraplı,
derin dekolteli Gülriz Sururi sureti düşmez mi ? Ya da “Kaldırım Serçesi”
dendiğinde siz Edith Piaf’ın yüzünü hayal etmeye çalışırken Gülriz Sururi’nin
kara sürmeli iri gözleri buna mani olmaz mı ? Keşanlı Ali Destanı’nda ilk
aklımıza gelen Zilha neden yıllar boyu en az Gülriz Sururi kadar başarıyla o
role hayat veren Zeliha Berksoy değildir ? Bu soruların cevabını aslında bu
yazıya bahis konusu etmeyi planladığım ama her daim olduğu üzre yine birkaç
paragraflık girizgaha rağmen hala hakkında tek kelime dahi etmediğim Gülriz
Sururi albümünün kapağı veriyor. Albümün adı “Müzik-Hallerim”. Kapakta bu adın
hemen altında Gülriz Sururi’nin adı yazıyor ama onu okumasanız da bunun bir
Gülriz Sururi albümü olduğunu bir bakışta anlıyorsunuz. Çünkü kapakta Duygu
Sağıroğlu imzalı enfes bir Gülriz Sururi illüstrasyonu var.
İşte yukarıdaki paragrafta yer alan soruların
cevabı bu illüstrasyonda gizli. Bilir misiniz böylesi bir resim herkes için kolay kolay yapılamaz.
Karakteristik bir görünümüz, kolay ayırdedilebilir, tanınabilir bir
başkalığınız, hadi işin kolayına kaçıp o kelimeyi kullanayım, bir “imaj”ınız
olması gerekir. O kömürlük penceresi iri gözler, o çıkık elmacık kemiklere inat
serçe topuğu küçücük çene ve dikdörtgen bir yüzü çerçeveleyen kaküllü saçlar.
Hani baktığınızda güzel mi çirkin mi olduğuna asla kanaat getiremediğiniz,
sebebini bilmeksizin gözlerinizi alamadığınız, “aura” sına kapılıp hayran
kaldığınız kadınlardan Gülriz
Sururi. Ve o çok karakteristik yüzü çizgi
kalabalığına, renklere, desenlere boğmadan olanca sadeliğiyle resmeden Duygu
Sağıroğlu’ nun illüstrasyonu, albümün kapağını çok cazip, çok albenili kılıyor
daha ilk bakışta. Bu illüstrasyonun aslında “Benimle Oynar mısın” adlı oyunun
çalışmaları sırasında yapıldığını ve aynı zamanda “Kıldan İncE Kılıçtan
Keskince” adlı kitabının yeni baskısında da kapak resmi olarak kullanıldığını
da söylemeliyim yeri gelmişken.
Aslında
bu albüm, Gülriz Sururi’nin Yeni Dünya Müzik etiketiyle 1992 yılında sadece
kaset formatında basılan albümünün bir nevi genişletilmiş yeniden baskısı
sayılabilir. Artık piyasada kolay kolay bulunmayan o kaseti arşivimde gözüm
gibi saklıyor iken, aynı şarkıları yeni bir baskıyla cd üzerinde görmek beni
çok sevindirdi elbette. Çünkü bu albüm bir müzik albümü olmanın ötesinde Türk
tiyatro tarihinin müzikaller sayfasını gün ışığına çıkaran çok önemli bir belge
niteliği de taşıyor. Albümün muhteviyatını sıralamaya başladığım zaman bana hak
vereceksiniz. Ama öncelikle şunu söylemeliyim ki keşke bu belgenin tarihi
değerini şöyle adamakıllı ansiklopedik bir kitapçıkla taçlandırsaymış Gülriz
Sururi ya da prodüktör firma Müzikotek. Kartonette şarkı sözleri, besteci, söz
yazarı ve aranjörlerin adları ve hatta oyunların afişleri (ufacık da olsa) yer
almış. Hangi şarkının hangi oyundan alındığı da görülebiliyor. Peki ya
oyunların yazarları ? Türkiye’de hangi yılda sahnelendikleri ? Sahnelendikleri
yıllardaki kadroları ? Bunları şayet hayal meyal hatırlamıyor iseniz, albümde
bu konuda hiçbir bilgi bulamayacaksınız. E bu durumda yine iş başa düşecek ve
naçizane bendeniz size bu konuda bir rehber olmaya çalışacağım yazının kalan
bölümünde.
1950’li
yıllarda Christopher Wood tarafından kaleme alınan “Elveda Berlin” adlı roman
John Van Drutten tarafından “Ben Bir Fotoğraf Makinesiyim” adıyla sahneye uyarlanmış, ve bu oyun 1956 yılında Dormen
Tiyatrosu tarafından Gülriz Sururi, Metin Serezli ve Yılmaz Gruda başrolleriyle
sahnelenmişti. Daha sonra aynı oyun, Joe Masterof tarafından yeniden yazılıp
bir müzikal haline getirildi. Oyunun sinemaya aktarılışı ise başrolünde Lisa
Minelli’nin oynadığı “Kabare” adlı filmle oldu. Türkiye’de bu oyunu sahnelemek
isteyen Engin Cezzar, romandan, oyundan, müzikalden ve filmden
harmanladıklarını 1983 yılında yepyeni bir kurguyla kaleme aldı. Gülriz Sururi
ve Engin Cezzar’ın başrollerini paylaştıkları “Kabare”, 1984 yılında seyirci
karşısına çıktı. Oyunun kadrosunda ikilinin yanısıra Cüneyt Türel ve Yılmaz
Zafer de vardı. Müzikalin orijinal şarkılarından yapılan birebir çevirilerde
yine Cezzar ve Sururi’nin imzası yer alıyordu. İşte sahnelendiği yıl epeyce ses
getiren ama bir sezondan öteye gidemeyen “Kabare” müzikalinden tam dört şarkı
yer alıyor Gülriz Sururi’nin “Müzik-Hallerim” adlı albümünde. Albümün
açılışındaki ilk dört şarkı sizi Nazi Almanya’sında bir kabarenin etkileyici
atmosferine ve tabii ki aynı adlı filmin unutulmaz görüntülerine götürüyor.
Vakti zamanında oyunu sahnede izlemiş iseniz çok daha fazlasını hissedeceğiniz
muhakkak.
Sırada
bu kez bir Türk müzikalinin şarkıları var. Haldun Taner’in klasikleşen “Keşanlı
Ali Destanı”. Taner, bu oyunu yazdıktan hemen sonra İstanbul Operası’na teklif
eder. Oyun beğenilmiş ama Yalçın Tura tarafından yapılan müziklerden hoşnut
kalınmamış ve müziklerin Cemal Reşit Rey tarafından yeniden armonize edilmesi
istenmiştir. Bu isteğe sinirlenen Haldun Taner oyununu geri çeker ve oyunun
sahnelenmemesi pahasına müziklerin rötuşlanması teklifini kabul etmez. Taner
tarafından bu defa Devlet Tiyatrosuna önerilen oyun, yine müziklerinin
değişmesi şartıyla kabul edilince Haldun Taner oyunu Gülriz Sururi - Engin
Cezzar tiyatrosuna verir. “Keşanlı Ali Destanı” geniş bir kadro, figürasyon,
dekor, kostüm ve orkestra gerektirmektedir. O yıllarda herhangi bir özel
tiyatronun (bugün dahi) kolay kolay altından kalkamayacağı bir prodüksiyondur
bu. Ancak karar verilmiştir, oyun sahnelenecek, riske girilecektir. Nitekim
Sururi ve Cezzar ikilisi gayrimenkullerini ipotek ettirmek ve bankalara
borçlanmak suretiyle prodüksiyon masraflarını karşılar ve oyunu seyirci
karşısına çıkarır. Oyunun bu ilk sahnelenmesinde kadroda Sururi ve Cezzar’ın
yanısıra Semiha Berksoy, Aydemir Akbaş, Ferdi Atuner, Umur Bugay gibi isimler
yer almaktadır. Oyun büyük başarı kazanır, daha ilk temsilde dakikalarca ayakta
alkışlanır ve 450 kez perdelerini açar. İlk kez 1964 yılında seyirci karşısına
çıkan, 1974 yılında yine aynı topluluk tarafından yeniden sahnelenen, 1988’de televizyona
aktarılan, aynı yıl İstanbul Şehir Tiyatrosu tarafından da sahneye konan ve
Türk tiyatro tarihinin müzikaller sayfasına silinmez harflerle yazılan “Keşanlı
Ali Destanı” ndan dört unutulmaz şarkı bu albümde Gülriz Sururi’nin yorumuyla
karşımıza çıkıyor. Özellikle “O hiç senin dengin mi, o bir küçük hanfendü...”
cümlelerini muhakkak hatırlayacak ve Gülriz Sururi’nin unutulmaz Zilha
tiplemesini gözünüzün önüne getireceksiniz şarkıları dinlerken.
İşte
yine bir unutulmaz oyun var sırada : “Sokak Kızı İrma”. Devlet Tiyatrolarında
operet ve müzikli oyunların gündemden düştüğü 1960 yılında Türk tiyatro
tarihinin öncü topluluklarından Dormen Tiyatrosu’nun cesur hamlesiyle ilk kez
Türk seyirciyle buluştu “Sokak Kızı İrma”. Rejisini Haldun Dormen’in yaptığı
müzikalde başrolde henüz Dormen kadrosunda yer alan Gülriz Sururi, diğer
rollerde Altan Erbulak, Metin Serezli, İzzet Günay ve elbette Haldun Dormen
vardı. Alexandre Brefford tarafından yazılan oyun Türkçeye Nisa Serezli
tarafından kazandırılmış, Marguerite Monnot imzalı müziklerin Türkçe sözleri
ise Melih Cevdet Anday ve Haldun Dormen tarafından adapte edilmişti. Oyun Türk
seyircisi tarafından büyük ilgiyle karşılandı, gişe rekorları kırdı ve peşinden
gelecek bir dolu büyük müzikal prodüksiyonunun da önünü açmış oldu. Nitekim
1968 ve 1992 yıllarında yine Haldun Dormen’in rejisiyle sahneye konuldu ve her
defasında büyük başarı kazandı. Bu albümde oyundan iki şarkı çıkıyor karşımıza
ve soruyor Gülriz Sururi : “Bu soluk yüzden başka, kalmadı hatıra. Demek sevişmek
saçma. İrma sana ne oldu ?”
Gülriz
Sururi ve Mehmet Akan’ın birlikte yazdıkları “Uzun İnce Bir Yol” adlı oyun ilk
kez 1980 yılında sahnelendi.Dört yıl uzak kaldıktan sonra bu oyunla tekrar
seyircisiyle buluşan Sururi, başrolü yine Engin Cezzar’la paylaşıyordu. Çeşitli
tiyatro eserlerinden bölümlerin ve şarkıların bir araya getirildiği bu
“kolaj”da seslendirilen Brecht şarkılarından biri olan “Tatlı Bitsin Oyunumuz”,
yazarın ünlü “Üç Kuruşluk Opera”sından alınmış bir şarkıydı. Gülriz Sururi aynı
şarkıyı rol aldığı son oyunu “Söyleyeceklerim Var”da da seslendirecekti. Kendi
yazdığı ve başrolünü Hakan Vanlı’yla paylaştığı bu oyunu kitabında şu
cümlelerle anlatıyor Sururi : “Bir kişi dışında hiç ama hiç kimse bu oyunun bir
veda olduğunu anlayamamıştı. Ben mesleğimde ne onuncu, ne yirmibeşinci ne de
kırkıncı yılımı kutlamamıştım. Jübilelerden falan hoşlanmadım, nefret ettim ve
sessizce veda etmek istedim tiyatroya. ‘Anlayan anlasın’ diye düşündüm.”
Tiyatro tarihinde bir ekol olmuş Bertold Brecht’in şarkısını albümde Kurt
Well’in müziği ve Tuncay Çavdar’ın çevirisiyle dinliyoruz.
Sırada
iki şarkıyla “Zilli Zarife” müzikli oyunu var. Keşanlı Ali Destanı’nın da
yazarı olan Haldun Taner’in kaleme aldığı bu oyun ilk kez 1966 yılında seyirci
karşısına çıktı. Topluluk oyuncularının yanısıra, Turgut Boralı, Gülsen Tuncer
ve Aykut Oray’ın da kadrosunda yer aldığı bu oyun “Keşanlı Ali Destanı” kadar
olmasa da beğeni kazandı. Gülriz Sururi - Engin Cezzar Topluluğunun program
dergisinde Haldun Taner “Zilli Zarife”nin sahneye konuş aşamasını şu cümlelerle
anlatır : “Yazar, yönetmen, dekoratör, teknisyenler yaratıcı bir tartışma ve
fikir alış verişi içinde kaynaştık. Aydın bir toplulukla işbirliği yapmak,
Gülriz Sururi gibi skalası alabildiğine zengin, yedi oktavlı bir oyuncuyla
çalışmak doğrusu büyük şanstı.” Müzikleri Arif Erkin tarafından yapılan oyunda
yer alan meşhur “Beyaz Gerdan” kantosu da Gülriz Sururi’nin sesiyle albümde yer
alıyor.
Albümde
en çok yer tutan müzikal “Kaldırım Serçesi”. Gülriz Sururi’nin anılarını
okudukça anlıyoruz ki onun da tüm sanat yaşamında ayrı bir yere koyduğu bir
oyun bu. Nitekim oyundan tam 7 şarkı Gülriz Sururi’nin sesiyle hayat buluyor
bir kez daha.
Kaldırım
Serçesi ilk kez 1983 yılında seyirci karşısına çıktı. Fransızların efsanevi
sokak şarkıcısı Edith Piaf’ın yaşamı Başar Sabuncu tarafından tiyatro oyunu
haline getirilmişti. Sabuncu’nun kendi rejisiyle sahneye koyduğu oyunda Gülriz
Sururi’nin yanısıra Ali Sururi, Yılmaz Zafer, Bülent Erbaşar, Olcayto Ahmet
Tuğsuz, Erdal Özyağcılar, Sevil ve İsmet Üstekin gibi isimler yer alıyordu.
Oyunda yer alan Edith Piaf şarkılarını Başar Sabuncu ve Gülriz Sururi birlikte
Türkçeleştirmişlerdi. Oyun sahnelendiği yıl büyük başarı kazandı, Fransa’ya
davet edildi ve orda da büyük alkış aldı. Ne var ki seyircinin büyük ilgisine
rağmen salon sorunu yüzünden perdelerini kapatmak zorunda kalacak, 1990 yılında
bu defa Engin Cezzar’ın rejisiyle televizyona aktarılacak ve geniş kitlelere
ulaşacaktı. Elbette en çok da bu yüzden herkesin az çok bildiği “Kaldırım
Serçesi”nin unutulmaz yedi şarkısı, ardı ardına keyifle dinleniyor albümde.
Ve
albümdeki son şarkı bir başka unutulmaz müzikalden, “Hair”den çıkıp geliyor.
Altmışların sonunda dünyayı etkisine alan “hippi” akımının yaygınlaşmasında
büyük rol oynayacak “Hair” müzikali hem prodüksiyon manasında zor, hem de ele
aldığı konu itibariyle o yılların Türkiye’sinde sahnelenmesi tehlikeli
olabilecek bir oyundu. Buna rağmen, en az Avrupa’daki emsalleri kadar görkemli
bir prodüksiyonla, Engin Cezzar rejisiyle seyirci önüne çıkan oyun büyük beğeni
kazandı. Henüz kariyerlerinin çok başında iki genç şarkıcının Neco ve Füsun
Önal’ın başrolünde oynadığı müzikal, otuz kişiyi aşan kadrosuyla da hayli ağır
bir prodüksiyondu. Bir müddet sonra Neco ve Füsun Önal çeşitli sebeplerle
oyundan ayrılınca yerlerine Engin Cezzar ve Gülriz Sururi geçecek, oyun bu
şekilde devam edecekti. 1971 yılında sahneye konan “Hair”in şarkı sözleri Engin
Cezzar tarafından Türkçe’ye adapte edilmiş, müzik direktörlüğü Emin Fındıkoğlu
tarafından yapılmıştı. Albümde bu müzikalin en bilinen şarkılarından biri olan
“Doğsun Güneş” Gülriz Sururi ve Emre Altuğ’un sesleriyle yer alıyor. Bu konuda
her hangi bir bilgi olmamasına karşın sanıyorum albümdeki tek yeni kayıt bu,
yoksa Emre Altuğ’un “Hair”de ne işi var?
Baştan
sona koca bir müzikaller tarihinde, Gülriz Sururi’nin sanat geçmişinde ve Türk
tiyatrosunun o eski ihtişamlı günlerinde doyumsuz hazlar duyarak dolaşıyorsunuz
bir albüm süresince. Üstelik “Para Para” ve “Sineklidağ”da Engin Cezzar’ın,
“Aşk Neye Yarar”da genç yaşta yitirdiğimiz sinema ve tiyatro oyuncusu Yılmaz
Zafer’in seslerini duymak da albümün “bonus”u oluyor. Neresinden baksanız hem
dinlemelik hem de mutlaka edinip arşivlemelik bir albüm bu. Bir düşünün, hatta
düşünmekle kalmayın buyrun dolaşın anlı şanlı “müzik-market” lerimizi, kaç tane
benzeri türde albüm bulabileceksiniz ki ? Bir de benden size tavsiye, albümü
dinlerken şu kitaplara da göz atar, hatta okumaya başlarsanız şahane olur. Hadi
bakalım (Naim Bey, müsaadenizle), bulursanız kaçırmayın!
Kıldan İnce Kılıçtan
Keskince (Gülriz Sururi) – Doğan Kitap
Bir An Gelir (Gülriz Sururi)
– Doğan Kitap
Engin Cezzar Kitabı (Gökhan
Akçura) – Yapı Kredi Yayınları
Dormen
Tiyatrosunun 40 Yılı (Kerim Atabeyoğlu) – Yapı Kredi Yayınları